Gebelikte ve emzirme döneminde psikiyatrik hastalıklar

Gebelikte ve emzirme döneminde psikiyatrik hastalıklar

7 Görüntüleme

Gebelik, her ne kadar fizyolojik bir süreç olarak değerlendirilse de bu dönem aynı zamanda yoğun fizyolojik, psikolojik ve sosyal değişimlerin yaşandığı hassas bir dönemdir. Biyolojik ve çevresel faktörlerin etkisiyle gebelik ve doğum sonrası dönem bazı kadınlar için zor bir süreç haline gelebilmektedir. Gebelik ve doğum sonrası dönem psikiyatrik hastalıkların ortaya çıktığı ya da nüks ettiği karmaşık bir süreç olabilmektedir. Bu dönemde ortaya çıkan psikiyatrik bozukluklar göz ardı edilebilmektedir. Ancak gebelik ve doğum sonrası dönemde ruhsal hastalıkların teşhis ve tedavisi oldukça önemlidir. Çünkü gebelik ve doğum sonrası süreçte annenin ruh sağlığı bebeği de etkilemektedir.

Kadınların psikiyatrik bozukluk geliştirme riski doğurganlık çağında artmaktadır. Hamilelik ve doğum sonrası dönem psikiyatrik rahatsızlıkların ortaya çıktığı ya da yeniden alevlendiği riskli bir dönemi temsil eder. Bu nedenle birçok kadın hamilelik ve doğum sonrası dönemde psikiyatrik tedaviye ihtiyaç duymaktadır.

Annenin hamilelik sürecinde yaşadığı ruhsal sorunların fetüsü etkilediği, anne-bebek arasındaki bağlanma ilişkisini bozduğu ve doğum sonrası dönemde annenin var olan kapasitesinden ödün vererek bakım verme isteğine zarar verdiğine yönelik güçlü bir kanı bulunmaktadır. Dahası kadınların çocuk yetiştirme üzerine olan duygu durum bozuklukları, partnerleriyle olan ilişkilerinde de sorun yaratmakta ve evlilik tatmininde düşüşe neden olmaktadır.

Gebeliğin ruhsal bozukluklar açısından koruyucu bir dönem olduğuna ilişkin düşünce artık terk edilmiştir. Gebelik ve sonrasındaki süreçte gelişebilen en önemli sağlık sorunlarından birinin depresyon olabileceği unutulmamalıdır. Depresyon en fazla doğurganlık çağındaki kadınlarda görülmekle birlikte gebelikte görülme sıklığı artış göstermektedir.

Gebelik döneminde depresyon göz ardı edilebilmektedir. Uyku bozukluğu, iştah ve enerji kaybı gibi semptomlar ruh halindeki değişikliklerden ziyade hamileliğin somatik deneyimlerine bağlanabilmektedir. Ancak anne adayı ile yapılacak dikkatli gözlem ve görüşmelerde umutsuzluk, hayattan zevk alamama, suçluluk duyguları ile intihar düşüncelerinin varlığının saptanması depresyon tanısının konulmasına yardımcı olur.

Gebelikte depresyon görülme sıklığı toplumdan topluma değişmekle birlikte ülkemizde sınırlı çalışmalar yapılmış olup ortalama %10-30 arasındadır. Toplumun sosyoekonomik yapısı, genetik faktörler gibi değişkenlerden de etkilenmektedir.

Gebelik ve doğum sonrası depresyonda birçok etmen etkilidir; çocukluk çağı istismarı özellikle cinsel istismar, (araştırmalar bu kişilerde strese verilen nörobiyolojik yanıt sisteminde bozulmalar olduğunu göstermektedir.

Gebelik ve doğum sonrası depresyonda bir diğer risk etmeni; yakın partner şiddetidir.

Ailesinde ruhsal hastalık bulunan, doğum öncesi dönemde geçirilmiş ruhsal bir hastalık özellikle depresyon, düşük ekonomik düzey ve düşük eğitim seviyeleri olan kadınlarda bu risk artmaktadır. Kötü beslenme de araştırmalara göre hormonal işleyişi bozarak depresyona zemin hazırlamaktadır. Gebelikte tiroid hormon düzeylerinin takibi özellikle depresyon riski nedeniyle önemlidir.

Gebelikte elbette bir takım fizyolojik değişimler görülmekle birlikte (bulantı, kaygı, uyku sorunları, libido kaybı, dikkat-odaklanma sorunları gibi) depresif bir gebede bu belirtiler daha şiddetli ve uzun sürelidir.

Normal depresif bir bireye kıyasla gebe olan bireyde depresyonun mide bulantısı, baş ağrısı gibi bedensel belirtilerle seyretmesi daha sık görülen bir durumdur.

Gebelik depresyonu nasıl seyredecek? Bunu belirlemede en önemli etmen tedavi sürecidir. Gebeliğinde depresyonu tedavi edilmemiş bir annenin gebelik süreci ve doğumunda birtakım komplikasyonlar görülme riski artmaktadır. Anne karnındaki bebek, annenin maruz kaldığı sıkıntılardan doğrudan bebeğe geçebilen stres hormonu nedeniyle etkilenmektedir. Araştırmalar bu bebeklerin hem doğum komplikasyonlarına hem de gelecekte bedensel ve ruhsal hastalıklara daha çok maruz kaldıklarını gösteriyor.

Bunların yanı sıra, depresyondaki annenin destek almadığı takdirde bebeğiyle iletişime geçmesi, onunla bağ kurabilmesi, erişkin yaşamda bağlanma problemleri açısından, güvensiz bağlanma stiline sahip bireyler olarak karşımıza çıkabilmektedir.

Gebelikten önce psikiyatrik ilaç kullanıyordum. Şimdi gebelik planlıyoruz. Gebelikte de ilaç kullanmaya devam etmem gerekecek mi?

Daha önce hastalık süreci nasıl seyretti. İlaç kesme girişimleri oldu mu? Olduysa hemen yeniden başlamayı gerektiren anne adayının tolere edemediği oldu mu?

Gebelik öncesi hastalık tekrarlayan bir örüntüye mi sahipti?

Araştırmalar gebelikten önce depresif bir dönem geçirmiş olsa bile uzun bir dönem ilaçsız iyilik halinde seyreden bir anne adayının ilacı bırakmayı daha sakin tolere edebileceğini gösterir. Tabi ki bunlar kural değil.

Eğer gebenin ilk gebeliği ise; ailede depresyon öyküsü, tedaviye yetersiz yanıt, yetersiz sosyal destek, düşük gelir, aile içi şiddet gibi durumların olması depresyonun diğer gebeliklerde tekrarlama riskinin artacağı ve ilaç kullanma gereksiniminin artacağına işaret edebilmektedir.

Gebelik sayısı arttıkça depresyon riski artmaktadır. Bu gebeliğinde hastalığın nasıl seyredeceğini öngörmek için de geçmiş gebeliklerine bakmak, geçirilen atakların nasıl yönetildiği ve tedavi yanıtının nasıl olduğunu, eşlik eden diğer riskli durumların ve tıbbi hastalıkların, ailede ruhsal hastalıkların incelenmesi gerekir.

Gebelikte ve doğum sonrası süreçlerde tedavi edilmemiş bir ruhsal hastalık hem anneye hem de bebeğe zarar vermektedir.

Gebelikte depresyonda olan bir bireye ilaç başlama kararını nasıl veriyoruz?

Öncelikle anne ve bebeğin tıbbı durumunun stabil olduğundan emin oluyoruz (ilgili konsültasyonlarla) Sonra depresyon belirtilerinin şiddetini sorguluyoruz. Hafif ya da orta şiddetli depresyonda ilk seçenek; psikoterapi, sosyal destek, yaşam tarzı değişiklikleri, grup terapileri gelir.

Daha önce ağır bir depresyon geçirmiş olduğunu bildiğimiz bir gebe bugün hafif-orta depresif belirtilerle başvursa bile bir antidepresan ilaç başlanması ön planda düşünülmelidir.

Orta-ağır depresyonda ilaç ve psikososyal müdahalelerin birlikte düşünülmesi gerekmektedir. Kişiye özel hareket edilmesi gereken bir süreç olan gebelikte depresyon tedavisinde kişi psikolojik müdahaleleri kabul etmiyorsa, ilaç kullanmak istiyorsa, sosyal desteği yetersizse veya psikososyal müdahalelere yeterli yanıt vermiyorsa ilaç tedavisine başlanması ön planda düşünülmelidir.

Gebelikte antidepresan ilaç seçerken nelere dikkat etmek gerekir?

Gebeliğin hangi evresinde olduğu

Geçmişte kullanılmış ve fayda öyküsü olduğu bilinen bir ilaç

İlaçların gebelik ve fetüs üzerine olan etkisi açısından literatürün gözden geçirilmesi

Gebeyi yeterli şekilde bilgilendirmek

Antidepresanların bebekte görülen bazı kardiyopulmoner hastalıklarla ilişkisinin henüz tam olarak aydınlatılmamış olduğu bilgisi verilerek

Özellikle anne ve ilerde bebekte bazı tıbbi sorunlara yol açtığı bilinen ilaçlardan uzak durmak

Anne ve babanın bilgilendirilmiş onam metnine imza alarak ilaç başlanmalıdır.

Gebelikte antidepresan kullanırsam ne gibi risklerle karşılaşabilirim?

Düşük riskinde artış, erken doğum, yeni doğanda nöbet, persistan pulmoner hipertansiyon, kardiyak malformasyonlar, bebekte doğumda solunum sıkıntısı, yenidoğan adaptasyon sendromu ile ilişkili olabileceği bildirilmiştir. İlaç kullanımı ile risk artışı olmakta ancak bu artış sınırlı olmakla birlikte, gerçekleşen olay antidepresan ilaç nedeniyle mi yoksa başka bir nedenle mi ortaya çıktığı konusu henüz aydınlığa kavuşmamıştır. Antidepresan ilaç kullanmayan kadınlarda da bu riskler görülmekte ve tedavi edilmemiş depresyon da benzer riskler oluşturmaktadır.

Mümkün olduğunca ilaç kullanılması planlanan bir gebede, bebeğin organ oluşumunun tamamlandığı ilk trimester sonrası tercih edilmelidir.

Gebelikte tedavi edilmemiş depresyonda olası riskler

  • Gebelik takibinde bozulma
  • Annede özbakımda bozulma
  • Beslenmede bozulma
  • Sigara ve madde kullanımına eğilim
  • Bedensel hastalıklara eğilim
  • Doğum sonrası depresyon riskinde artış
  • Doğum sonrası bebeğe bakım verememe
  • Özkıyım riski

Gebelikte ilaç dışı tedavi seçenekleri

Her hasta özelinde düzenlenen tedavi sürecinde, ilaç veya ilaç dışı yaklaşımlardan hangisinin veya hangi kombinasyonların uygun olduğu hasta ve hasta yakınları ile yapılan değerlendirmeler sonucu belirlenir. Başlıca ilaç dışı tedavi seçenekleri arasında TMU (Transkranyal Manyetik Uyarım Tedavisi), EKT (elektrokonvulsif terapi) ve psikoterapi (Kişiler Arası İlişki Terapisi, Bilişsel Davranışçı Terapi) yer almaktadır.

Gebelik ve doğum sonrası dönemlerde gördüğümüz diğer ruhsal hastalıklar

Doğum Sonrası Depresyon: Yapılan araştırmalar sonucunda postpartum (doğum sonrası) başlangıçlı depresyon için literatürde 13 anlamlı risk faktörü belirlenmiştir. Bunlar; doğum öncesi depresyon, düşük benlik saygısı, çocuk bakımı stresi, doğum öncesi (prenatal) anksiyete, yaşamsal stresler, sosyal destek, medeni durum, depresyon tanısı geçmişi, yeni doğanın mizacı, annelik hüznü, evlilik ilişkisi, istenmeyen/beklenmeyen gebelik ve sosyo-ekonomik durumdur. Doğum sonrası depresyonda da gebelikte görülen yaklaşımlara uygun şekilde detaylı değerlendirilmesi ve kar-zarar analizleri yapılarak, klinisyenin tecrübeleri ve literatür doğrultusunda hasta açık bir biçimde bilgilendirilerek sürecin ele alınması gerekir.

Unutmamak gerekir ki, annenin tedavisiz kalması hem anneye hem de bebeğe zarar vermektedir.

Annelik hüznü

Annelik hüznünü doğum sonrası depresyondan ayırmak gerekir. Annelik hüznü; yeni doğum yapmış kadınların %50- %85`inde görülen yaygın bir durumdur. Stres, endişe, ağlama, sinirlilik, konsantrasyon güçlüğü, huzursuzluk, incinebilirlik gibi belirtilerle karakterizedir. Annelik hüznü bebeğin doğumundan sonraki ilk hafta ortaya çıkar ve belirtiler genellikle iki hafta içerisinde tedavi gerektirmeksizin ortadan kalkar. Doğum sonrası annenin hormonal dengesinde ortaya çıkan ani değişikliklerin ya da oksitosin kaynaklı biyolojik sistemin aktifleşmesinin etkili olduğu düşünülmektedir. Annelik hüznü doğum şekli veya doğum sayısından bağımsız ortaya çıkabilir.

Gebelik sürecinde depresyon, anksiyete gibi sorunlar yaşamış olmak, yetersiz sosyal destek, aile iç çatışmalar, yalnız ebeveynlik, gebelik öncesi süreçlerde adet öncesi gerginlik sendromu, doğum korkusu gibi sorunlar yaşayan kişilerde görülme riski artar.

Annelik hüznünde; öncelikle gebelik döneminde tüm anne adaylarının bu konuda bilgilendirilmesi gerekir. Belirtiler iki haftadan uzun sürerse mutlaka psikiyatrik destek almaları sağlanmalıdır.

Postpartum psikoz

Görülme sıklığı yaklaşık binde 1-2 olup doğumdan sonra birkaç hafta içinde ortaya çıkar. Ciddi bir hastalıktır. Annelik hüznünden ve doğum sonrası depresyondan mutlaka ayırt edilmelidir. Annede halüsinasyon, kafa karışıklığı, yeme – içme reddi, stabil olmayan duygu durum, şüphe, alınganlık, uyku sorunları görülebilmektedir. Geçmişte ruhsal hastalık öyküsü, ailede psikotik ya da duygudurum bozukluğu hastalıklarının olması, bekar anne, otoimmün tiroid hastalıkları risk faktörleridir. Aileye mutlaka öykü alınırken belirtilerin nasıl başladığı, annenin bebeğe bakım verebilme durumu, kendine ya da başkalarına zarar verici düşünceler, eylemler, içe kapanma gibi belirtiler sorulmalıdır.

Postpartum psikozu acil psikiyatrik müdahale ve hastaneye yatışı gerektiren ciddi bir durumdur. Anne ve bebeğin öncelikle güvenliğini sağlamak, aile ile tedavi sürecinde işbirliği yapmak, annenin desteklenmesini sağlamak gerekir.

Randevu Al Hemen Ara