“Dünyayı sevgi kurtarır.” desem ne derdiniz? “Tüm bu yaşanan kötülüklerin anası sevgisizliktir.” desem…
Dünyaya bir bebek getiriyorsunuz, sizin ona bakışınızdan, yüz ekşitmenizden, temasınızdan, tedirginliğinizden ya da mutluluğunuzdan kendisiyle ve dünyayla ilgili bir inanış inşa ediyor.
- “Ben değerliyim”
- “Değersizim”
- “Sevilmeye layık biriyim ya da değilim”
- “İstenmiyorum”
- “Dünya tehlikeli bir yer”…
Bu inançlar büyük oranda 6-7 yaşlarına kadar tamamlanıyor ancak yine de yaşam boyu bir miktar daha gelişmeye, şekillenmeye devam ediyor.
Bunu neden söylüyorum?
Sevginin ne olduğunu ne olmadığını öğrenememiş biri yaşam boyu ne kendisini ne diğer insanları ne hayvanları ne de doğayı sever.
Sevginin ne olduğunu ne olmadığını bilmeyen biri yeterince iyi ebeveyn olamaz.
Zarar algısını bilmez, başkasının iyiliğini önceliklemez.
Ne topluma ne insanlığa faydalı olmanın ne demek olduğunu bilmez. Çünkü sevmeyi bilmiyordur, hiç öğrenmemiştir.
Söylenecek çok şey var da kulaklar sağırken duymak istemeyen birine bir şey duyuramazsınız.
Kime dokunsam kuşaktan kuşağa aktarılmış travmalarla dolu olan bu çağın en büyük sınavı sevgisizlik bence bugün.
Cinnet Türkiye’sinde ve postmodern ahlaki çürümenin yüzyılında insanlara yeniden sevebilmeyi öğretmeye ihtiyaç var. Ancak o zaman bir ebeveyn çocuğuna sevginin ne olduğunu, zarar vermemeyi, korumayı, omurgalı olmayı, doğruyu, yanlışı, vicdanı, adaleti, başkasını da düşünebilmeyi, çalmamayı, sağlam bir ahlakı öğretebilir.